arama

Sitemize hoşgeldiniz

gizemli bilge

kayip kita atlantis 2

Atlantis ve Ruhsal Kaynaklar

Çeşitli afetler ve Atlantis'in batışı hakkındaki öyküler çağların içinden ulaşarak bu güne kadar gelmiştir. Bazılarının adını hiç işitmediğini daha başka kıtalar da bu şekilde akıbetlere uğramışlardır. Dünyanın yaşını dahi bilmiyorsunuz. Gerçekten de zaman ya da mekanın gerçek mahiyeti hakkında hiç bir kavrama sahip değilsiniz. Bilim adamlarının belirli hesap metodları vardır ve bir zaman için inanılan ve sonra yeni bir teoriye yer açmak için çürütülen kendi teorilerini oluştururlar. Beşer hakikaten de zaman yahut mekanı anlamaz, ne de spiritüel algılayışı geliştirene kadar anlayacak gibidir. Çünkü, aradığı bilgi, ancak gelişen ve qenişleyen şuur ile gelir.

White Eagle

Ruhsal Ramala Merkezi'nden: Atlantis ve Yükselişi

Günümüzde Atlantis Uygarlığı hakkında bir çok destan mevcut olmasına rağmen, gerçekler pek azdır ve eldeki kanıtlar da hayal kırıklığı yaratacak cinstendir. Ve beşeriyet, kadim varlıkların bilgeliğiyle bağlantı kurmaya ve onu anlamaya muktedir olmadıkça, Atlantis'in mevcudiyetini bilemeyebilir veya kabul etmeyebilir. Ancak, böyle bir uygarlık gerçekten vardı ve hakikaten de beşeriyetin bu dünya üzerinde tanık olageldiği en yüksek evrim noktasına erişmişti. Hem teknolojik, hem de spiritüel bakımdan, beşeriyetin bu günkü pozisyonunu kat kat geçmişti.

Atlantis'e ilişkin daha gelişmiş bir anlayış, yakın bir zamanda gerçekleşecektir. Bilim adamları, yakın bir gelecekte, Atlantis'in doğru bir kaydını keşfetmeye başlayacaklardır. Fakat, bu bilginin açığa çıkarılış amacı, beşeriyetin merakını gidermek olmayıp, bu yüzyılın sonu civarında gelecek oları afet sırasında Atlantis'in tekrar ortaya çıkışına dünyayı hazırlamaktır. Bu zamanda Atlantis'in tekrar ortaya çıkışı anlamlıdır. Çünkü, sular şuraya buraya itildikçe, dağlar yükseldikçe ve karalar battıkça, bu dünyanın yüzeyi İlahi Amac'a yönelik olarak İlahi Niyetle biçimlendirildikçe, bir zamanlar Atlantis olan kara parçası, cevher ve madde de beşeriyetin kullanımı için tekrar yüzeye çıkacaktır. Yeni çağ, eski Atlantis'in tüm imkanlarını ve evrim kavramlarıyla birlikte yeni bir Atlantis'i getirecektir.

Atlantis'in nihai yok oluşu 15.000 yıl [veya 11-12.000 yıl] önce meydana gelmiş, fakat sonu o tarihten 35.000 yıl önce başlamıştı. Atlantis'in maddede gene doğmasına şimdi yol açan da Kova Burcu Çağıdır. Ne var ki, bu gene-doğum ile birlikte sadece hayrın geleceğini sanmayın, çünkü Atlantis'in yüzeye çıkmasıyla birlikte Atlantis'in şerri  de gelecektir: Yıllar önce Atlantis'in yıkımını gerekli kılan tüm ahenksizlik ve yanlışlık da geri gelecektir. O şerrin mevcudiyetini kabul etmek ve dönüştürmek ve böylece ülkeyi [İngiltere'yi] gelecek olan Çağ'a hazırlamak size, bu dönemde enkarne olan Atlantisliler'e düşen bir iştir. Atlantis'i yok eden afet sırasında ölen evrimleşmiş canlar'dan çoğu, şu kadar zamandır dengeyi ayakta tutmuşlardır ama, Atlantis'in yükselişiyle birlikte o sorumluluktan kurtulacaklardır. Dolayısıyla, beşeriyet, o zamandan beri bir çok enkarnasyonlar boyunca elde ettiği yüksek şuuru ve artan idrakiyle birlikte, bir yandan Atlantis'in armağanlarını, yararlarını ve evrimsel bilgisini kabul ederken bir yandan da o şer ile başa çıkmak zorunda kalacaktır.

Sizin Atlantis'e inanıp inanmamanız beni ilgilendirmez. Her büyük bilgelikte olduğu üzre, kendi kabul ediş derecenize kendi şuur noktanız karar verecektitr. Ancak, şunu da belirtmek isterim ki, bu Dünya'dan beşeriyetin farkında olmadığı bir çok büyük uygarlık gelip geçmiştir. Beşeriyetin kendi gelişiminin ilk safhaları hakkındaki bilgisi son derece noksan olduğu ve binalar ile yazılı kanıtlar, beşeriyetin kayıtları çok uzun bir zamandan önce ortadan kaybolduğu için, beşer de bu Dünya'nın gerçek tarihini fiziki yollardan tespit edememektedir.

Beşer, ilk kez bu Dünya üzerine yerleştirildiğinde, Güneş'in Rabbi tarafından, kendi mükemmelliğine benzetilerek yaratılmıştı. Beşer, bu Dünya'ya ait değildi ve sadece onun üzerinde yaşaması da amaçlanmamıştı. Dünya üzerinde ilk kez yürüdüğünde, hatanın ne olduğunu bilmeksizin, mükemmel bir yaşam sürdürmüştü. Cordemia adıyla bilinen ve beşeriyetin bu Dünya üzerindeki ilk büyük uygarlığı olan bir uygarlıkta yaşamıştı. Bu uygarlığın coğrafi konumu, Ölü Deniz dediğiniz su kütlesinin civarına tekabül ediyordu. İlahi bir ihsan olan özgür seçim, beşere ancak sonradan verilmiş ve bu ihsandan ötürüdür ki, beşerin düşüşü başlamıştır.

Yeryüzü'nün burçlar kuşağınca belirlenen çağların devresel evrimi gerçekleştikçe, beşeriyetin kurduğu uygarlıklar da yüksekliklere erişmeye çabalayarak ve derinlere çarpıp parçalanarak, yükselmiş ve çökmüşlerdir. Lemurya gibi büyük uygarlıklar gelip geçmişti. Beşeriyet, giderek, Kozmos'un bilgisinden payına düşeni almaya hazır olduğu seviyeye gelecek kadar şuurunu geliştirmişti. Bu Dünya üzerindeki fizik hayatın gerçek anlamını öğrenmiş olan beşer, artık, yüksek planların bilgisini öğrenmeye başlayacak seviyedeydi. Bu büyük olaya hazırlık olarak, beşer için özel bir şekilde, o zamana kadar üzerine ayak basmadığı bir kara parçası hazırlandı. Bu kara parçası, suların altında uzanmakta olup, Dünya'nın merkezinde ikamet etmekte olan Spiritüel Hiyerarşi üyelerince hazırlanmıştı. Böylece, Atlantis çağı'nın ufukta ağarmasıyla birlikte, Dünya'nın afetlerle birlikte gelen bir gene-doğum hareketi sırasında büyük Atlantis kıtası ortaya çıktı ve Atlantis çağı başladı.

Atlantis, yerküreniz üzerindeki coğrafi konumu bakımından, Atlantik Okyanusu'nda yer alıyordu. Atlantis adının günümüze kadar gelmesi çok tuhaftır, değil mi? Atlantis, kuzeyde İzlanda'dan güneyde Falkland Adaları'na, Afrika'nın batı kıyısından Amerika'nın doğu kıyısına kadar uzanıyordu. Bazılarının doruğu günümüzde Azor Adaları olarak su üstünde kalan yüksek dağlarla kaplı, güzel bir kara parçasıydı. Bu büyük kıtadan bu gün geriye, Atlantis dalgaların altına gömüldüğü sırada yüzeye çıkmış olan ve bazılarının farkında olduğunuz, oraya buraya dağılmış bir kaç güç ve vibrasyon noktası kalrruşnr. lona Adası başta gelmek üzere bunlardan bir kaçına İngiltere sahiptir: Hebrid Adaları. Batı İskoçya Adaları ve İngiltere'nin Batı Bölgesi gibi. İzlanda, Grönland, Kanada'nın doğu kıyısı ve Maine Eyaleti'ne kadar Amerika'nın doğu kıyısı da eski Atlantis'ten kalan kara parçalarıdır. Bir zamanlar Atlantis olan yerden geriye kalan yegane coğrafi bölgeler bunlardır.

Her büyük uygarlıkta olduğu gibi, Atlantis'te de bir çok ulusların mensupları ikamet ediyordu. Bunu, Amerika'nın günümüzdeki durumu ile karşılaştırmak istiyorum. Orada da, dünyanın tüm uluslarının mensupları tek bir kıtada bir araya gelmiş bulunmaktadırlar. Atlantis'te de durum aynıydı. Tüm Irklar'ın en evrimleşmiş, en yüce kişileri, Yeryüzü'nün bu rüyasını gerçekleştirmek için Atlantis'e yöneltiliyorlardı.

Atlantis çağı binlerce yıl sürdü. Atlantis'in tarihinde, kök ırklar ve burçlar kuşağınca belirlenen çağlar gibi çeşitli tesirler onun kaderini etkiledikçe, bir kaç kesin dönem meydana gelmiş; fakat sonunda Atlantis, büyük çapta olmak üzere, yüksek planlardaki hayatın bir kopyası, bir somutlaşması haline gelecek şekilde yücelmişti. Atlantisliler, bu Dünya'daki hayatla ilgili en yüce gerçeği, yani, Tanrı'nın, Yaratıcı'nın tüm hayattaki varlığını tanır hale gelmişlerdi. Bu planet ile dahilinde yer aldığı Güneş Bedeni arasındaki herhangi bir ayrılığı kabul etmiyorlardı. Fizik planın gerçekliğini kabul ederken, onun kısıtlılıklarını kabul etmemekteydiler. Güneş'in gücünü, bu Güneş Bedeni dahilindeki tüm ha­yatın Yaratıcısı olan Güneş Logosu'nun Kozmik Enerjisi'nin aynı zamanda bu Dünya'daki tüm fizik maddenin biçimlendiricisi olduğunu idrak etmişlerdi. Kendilerinin bu Dünya'ya ait olmadıklarını ve sorumluluğunu taşıdıkları fizik maddeden mamul bedenIerde ikamet ederlerken, aslında bu Dünya'nın maddesinden çok daha yüksek varlıklar olduklarının farkındaydılar. Dolayısıyla da 'Ben'in bireyselliğinin aşağı seviyeden veçhesine değil de, yüksek veçhesine değer verirlerdi. Atlantis'te komünal bir yaşam sistemi vardı. Bir çok bireysel milletlerin mevcut olmasına rağmen, ırklar arasında hiç bir ayırım yapmayıp, sadece bu Dünya'daki hayatın ortak amacını kabul ediyorlardı.

Atlantisliler, bir çok uygarlıklardan geçerek, yüksek bir teknolojik başarı seviyesine ulaşmışlardı. Toplumlarının yaratılışı ve bekası için Güneş enerjisiyle bağlantı kurup ondan yararlanıyorlardı. Beşeriyet bu gün bunu, yani hayatındaki en büyük faktörü görmezlikten gelmekte ve Güneş'in güçlerinin değerini takdir etmemektedir. Günümüz beşeriyetinin Güneş'in gerçek nimetlerinden pek haberdar olmamasına karşılık, Atlantisliler Güneş'in hakiki gücünü tanımakta ve kullanmaktaydılar. Bunu sadece ulaştırma, inşaat, şifacılık için kullanmakla kalmayıp, spiritüel hayatlarının her veçhesi için de kullanıyorlardı. İbadet için de kullanıyorlardı. Atlantisliler, maddenin, Güneş'in enerji verdiği her hücresinde Mabut'un bir veçhesinin mevcut olmasından ötürü tüm maddenin Güneş tarafından kontrol edildiğini kabul ediyorlardı. Güneş'in enerji verici faktörü ile, bu Dünya üzerindeki hayat arasındaki ilişkiyi keşfetmişlerdi.

Atlantisliler'in yaratmış oldukları muazzam binalardan günümüze kalan bir kaç örnek vardır. Mısır'ın büyük piramitleri ile İngiltere'deki Stonehenge, Atlantis mimarisinin örnekleridirler. Ayrıca, diğer ülkelerde de beşeriyetin bu gün çözemediği arkeolojik 'problemler' vardır ve bunların hepsinin [değil, bir çoğunun] kökeni Atlantis'e dayanır. Atlantisliler, maddenin yapısını anladıkları için, maddeyi dezentegre edip tekrar maddi form haline getirebiliyorlardı. Bu binaların inşaatında kullanılmış olan devasa taş bloklar, önce demateryalize ediliyor, arzu edilen noktaya götürülüyor ve sonra tekrar materyalize ediliyordu. Bu size imkansız gibi gelebilir ama, gerçektir. Bu Dünya'nın maddesi, Güneş'in enerjisi tarafından bir arada tutulur. Maddenin bir arada tutuluş şeklini keşfettiğiniz takdirde, artık maddeyi dezentegre edebilir ve arzu ettiğiniz şekilde tekrar yaratabilirsiniz.

Atlantis hükümeti, Mabet'in rahiplerince veya yaşlılarınca yönetiliyordu. Bunlar, evrim yolunda büyük mesafeler katetmiş olan şahıslar, özellikle bu görev için eğitilmiş ve enkarne olmuş Üstadlar olup, ülkeyi büyük bir spiritüellikle yönetmekte ve eğitmekteydiler. Yüce Varlıklar ile irtibat kurma, günlük bir olaydı. Rahipler, istedikleri vakit Spiritüel Hiyerarşi ile ahenktar hale geçebildikleri gibi, sokaktaki halk da manyetik bir cihaz vasıtasıyla yüksek hayat planlarıyla ahenktar hale geçebilmekteydi. Dua ettikleri ve meditasyon yaptıkları zamanlar bu cihazı üzerlerine takmak suretiyle duyularını yüceltiyor ve böylece Yüce Varlıklar'la direkt irtibat kurabiliyorlardı. Atlantis Çağı, ayrıca, diğer planetlerin Üstadları'nın bu Dünya'ya geldikleri bir dönemdi . Öteki planetlere ait varlıklarla irtibat kurulması ve onların Dünya'daki mevcudiyeti, kabul edilen bir gerçekti. Atlantisliler'in kendileri de bu Güneş Bedeni dahilindeki öteki planetlere seyahat ederlerdi. Fakat, bunu, roketler ve uzay gemileri kullanmak gibi fiziki anlamda yapmazlardı, çünkü zihnin gücünü keşfetmişlerdi. Yerçekimi gücünü yenmiş olup, uçabiliyorlardı. Yerçekimi Kanunu'na karşı koyarak, kendilerini bir yerden bir yere nakledebiliyorlardı.

Hastalık ya da rahatsızlık hallerinde, Atlantisliler, hastalığın kaynağının fiziki değil de daha yüksek bir bedende yer aldığını bilirlerdi. Dolayısıyla da daim yüksek bedeni iyileştirirlerdi, fizik bedeni değil. Hasta olan bir şahıs, bir şifa mahalline, bir mabede götürülür ve bir şifa odasına yerleştirilirdi. Bu oda, belirli türdeki bir taştan, kristalden inşa edilmiş olup, o şekilde biçimlendirilmiş ve açılandırılmıştı ki, Güneş'in gücü, farklı renklerdeki kozmik ışıklar ve enerjiler taşıyan ışınlar halinde yayılırdı. Hasta, odanın ortasına yerleştirilir ve hastalığının mahiyetine göre hangi ışınlar ve dolayısıyla da renkler gerekiyorsa, bunlar hastanın üzerine yöneltilirdi. Tabii ayrıca, zamanın rahipleri, yüksek dereceden bir şuura sahip olan evrimleşmiş canlar olduklarından, hastanın Akaşik Kaydı'na bakabilirlerdi. Çünkü, hastalığın sebebinin, hastanın sadece o sıradaki hayatıyla ilgili olması gerekmeyip, bir çok geçmiş hayatın ötesine kadar uzanması mümkündür. Ve rahipler, o kişideki hastalığın gerçek sebebini iyileştirebilirler ya da iyileştirmek için girişimde bulunabilirlerdi.

Çizmiş olduğum bu tabloya bakarak, bana, "Peki, o zaman Atlantis neden çöktü ki?" diyeceksiniz. Atlantis de bütün uygarIıklar gibi aynı sebepten çöktü. Beşerin hatası! Atlantis halkı, yüksek bir evrim seviyesine ulaşmış, Kozmik güçlerle irtibat kurmuş ve içinde yaşadıkları çağdan ötürü de psişik yeteneklerini sizin idrakinizin çok ötesinde geliştirmiş olmalarına rağmen, kendilerini doğru bir şekilde motive etmemişlerdi. Kozmos'a ait bilgilerini, evrim seviyelerini; Yaratıcı'nın İradesini ve O'nun İlahi Plan ve Programını değil de, yaratılışla ilgili kendi fikirlerini gerçekleştirmek için kullandılar. Bilgilerini, bedeli ne olursa olsun, kişisel tatmin ve menfaat için, kudretli olmak için servet biriktirmek için, öteki varlıkları kontrol altına almak için  ve kendi plan ve programlarını gerçekleştirmek için kullandılar. Atlantisliler'e verilmiş olan ve başlangıç safhalarında yapıcı yönde kullandıkları güçler, giderek yıkım için kullanılmış ve böylece, Atlantis'in dalgaların altında son bulan çöküşü başlamıştı. Bu nihai batışı Atlantis üzerine sevk edenler arasında, sadece Spiritüel Hiyerarşi'nin Yüce Varlıkları değil, Atlantis'in hakiki rahiplerinden geriye kalan bir kaç kişi de yer alıyordu. Bu rahipler, Atlantis'in yok edilmesi gerektiğini kabul etmişler ve böylece, şerri dengede tutmak amacıyla Atlantis'le birlikte batmayı teklif etmişlerdi. Beşerin, Atlantis'in sorumluluğu ile bilgisini kabul edebilecek po­zisyona tekrar gelene kadar daha başka evrim sikluslarını deneyimlemesi gerektiğini idrak etmişlerdi.

Herhangi bir büyük uygarlık dezentegre olmazdan önce, bir sonrakinin tohumları emniyete alınır. Bu gün mevcut olan ırkların kurucuları olacak olan halklar da Atlantis'ten çıkmışlardı. Şimdiki ırksal özelliklerin hepsi de Atlantis'ten kaynaklanır. Atlantis, o zaman dalgaların altına gömülmüş ve şerri de Yüce Varlıklar'ca dengede tutulmak üzere Atlantis'le birlikte batıp gitmişti. Bir afetle birlikte Dünya dönüştürülmüş, beşer tekrar doğmuş ve beşerin yürüyüşü gene başlamıştı. Bir çoğunuz Atlantisliydiniz. Büyük ölçüde psişik güçlere sahip olan herhangi bir kimse, bunu, o büyük Atlantis Uygarlığı'na ve bu güçleri o günlerde kullanmış olmasına borçludur. Günümüzde dünyanın her yanında, yeni Atlantis çağı'na hazırlık olmak üzere psişik keşifler yapılmaktadır.

Atlantis'te yaşamış olan canların çoğu, Atlantis'in tekrar ortaya çıkışına hazırlık olmak üzere şimdi enkarne olmaktadırlar. Bunlar, fiziki olarak genç, fakat spiritüel evrim bakımından yaşlı kimselerdir. Ne yazık ki bunların çoğu, şu zamanda, spiritüel yönlendirme ve motivasyondan yoksun oldukları ve sadece eski Atlantis'in spiritüelliğini hatırlayan Yüksek Benlikleri, ruhları, Dünya'nın bu günkü yoğun fizik hayatının kısıtlılıklarını anlayamadığı veya kabul edemediği için, yanlış yollara sapmaktadırlar.

Atlantis tekrar yükselecektir. Dünya Öğretmeni tekrar gelecektir. Yeni çağ'ın tohumları, sadece erkek ve bayanların fizik tohumları değil de, zihin ve madde tohumları, yaratılış tohumları ve bu Dünya'nın öteki alemlerinin [bitkiler, hayvalar alemi, vb.] tohumları daha şimdiden ekilmiş bulunmaktadır. Bu büyük uyanış için, Yeryüzü'nün evrimindeki bu büyük adım için gerekli olan tüm hazırlıklar yapılmıştır. Bu, kendini ıslah etmesi ve bu yeni Atlantis çağı'nın en sonuncu olacağını kanıtlaması için beşeriyete tanınan fırsattır. Atlantis vatandaşları, söz konusu ıslah anı için hazır mısınız?

Edgar Cayce'den: Atlantis ve Teknolojisi

Ünlü Amerikalı medyum Edgar Cayce, trans altındayken, Atlantis'in yıkımına yol açan Atlantis Enerji Santralleri ve Kristalleri hakkında son derece ilginç açıklamalarda bulunmuştu: Atlantis'te, deniz ve hava gemilerinin, araçların bir yerden bir yere ulaşımında, uzaktan fotoğraf çekmede, uzak bir mesafede ve duvarların ötesinde bulunan yazıları okumada, yerçekiminin kendisini yenmede kullanılan 'elektrik güçler'in gelişimi döneminde; korkunç bir kudrete sahip kristal ve bunun hazırlanması yıkım getirdi...

Poseidia'da [Atlantis'in ilerki dönemine ait bir kara parçasında], denizdeki ve 'havadaki gemiler'i yönetmek ve televizyon VE ses kaydı gibi bedeni konforları yönetmek için, ışıkları, faaliyetlerin biçimlerini böylece yoğunlaştıran büyük kristallerden 'harekete geçirici güçler'in depolanması görevini üstlenmiş olanlar vardı ...

Ateştaşı, bu günkü ifadeyle iletken olmayan ve asbestos türünden bir taşla ve günümüzde İngiltere'de yapılan ve adları ilgili sahalarda çalışanlarca pek iyi bilinen diğer iletken olmayan maddelerle kaplanmış olan bir binanın ortasında yer alıyordu.

Binanın, ateştaşının yukarısında kalan kısmı oval biçimdeydi; veya, yıldızların faaliyeti izlenebilsin diye ve dünyanın atmosferinde bulunan ve bulunmayan elementlerin yanısıra, kendileri yanmakta olan cisimlerden neşrolan enerjilerin konsantre edilmesi amacıyla, açılan bir kısmı bulunabilen bir kubbe halindeydi

Prizmalar ya da mercek vasıtasıyla konsantrasyon öyle bir tarzdaydı ki, çeşitli seyahat şekilleri ile ilgili olan cihazları etkiliyordu. Bu, günümüzde 'uzaktan kumanda' diyeceğimiz kontrol metodunun hemen hemen aynısını oluşturuyordu .. ancak, taştan sevk olan güç türü, araçların kendilerindeki harekete geçirici güçleri etkiliyordu.

Bina o şekilde inşa edilmişti ki, kubbe açıldığında, uzay boyunca sevk edilecek olan çeşitli araçlara doğrudan güç uygulanımında çok az bir engelleme oluyor ya da hiç olmuyordu ... Bu taşın hazırlanması, sadece bu devrin inisiyelerine ait bir işti ... Bu taştan neşrolan, gözle görülmeyen ışınları onlar yönlendirirdi. Bu ışınlar, hava gemilerinin o dönemin gazları vasıtasıyla havalanmalarını, yere yakın seyreden gezinti araçları ile su üstü veya su altı araçlarının hareketini. sağlardı. Bunlar, sonuç olarak, güç istasyonunun ya da günümüzdeki terimiyle santralin ortasında merkezlenmiş olan taştan neşrolan ışınların konsantrasyonu ile sevk ediliyorlardı ...

Taş ışınlarının uygulanımları vasıtasıyla yanan bu ateş türü sayesinde, fertlerin bedenleri şifa buluyor, rejenere oluyordu. Böylece, beden sık sık gençleşiyordu. Aynı ateş türü, hayvansal bir organizma üzerinde ise, yıkıcı güçlere yol açan bir etki yapıyordu ... Bu güçler, kasıt olmaksızın, çok yüksek frekanslara ayarlanmışlardı; ve ülke halkına yıkıcı güçlerin ikinci dönemini getirdiler ve ülkeyi, daha sonradan ilerki yıkıcı güçlerin ortaya çıktığı yer haline gelen o adalara böldü ... Atlantis'in adalara parçalanmasından önce .. ilahi melekeler egoist ihtirasları tatmin etmek için kullanılıyordu ...

Taşın yapım tarzının bir tanımına gelince: Taşın, silindir biçiminde büyük bir mercek olduğunu görüyoruz; üzerindeki fasetalar o tarzda kesilmişti ki, tepesindeki kapaktaşı, silindirin ucu ile kapak taşının kendisi arasında konsantre olan gücü ya da kuvveti merkezileştirmeyi sağlıyordu. Belirtildiği gibi, aynısını in­şa etmenin şekillerine dair kayıtlar, bu gün bulunduğu şekliyle, dünyada üç değişik yerdedir: Atlantis'in, denizin çağlar boyunca biriktirdiği çamurun altında kalmış olmalarıyla birlikte bir gün keşfedilmesi mümkün olan mabet kalıntılarının bulunduğu batık kısmında, yani Florida kıyısı açıklarında Bimini olarak bilinen yerin yakınında. Ve ikincisi, Mısır'da olan mabet kayıtlarında. Ayrıca, üçüncüsü, şimdi o taşların ortaya çıkarılmakta olduğu, günümüzde Amerika'daki Yucatan olan yere taşınan kayıtlar.

Yucatan'da aynısının bir 'amblemi' vardır. Bunu açıklığa kavuşturalım ki, daha bir kolaylıkla bulunabilsin. Çünkü, bunlar Amerika'ya getirileceklerdir. Bir bölüm, gördüğümüz gibi, Pennsylvania Devlet Müzesi'ne taşınacaktır. Bir bölüm Washing­ton'a .. ya da Chicago'ya taşınacaktır.

Marcia Moore: Atlantis ve Uygarlığı

Amerikalı müteveffa yoga hocası ve okültist Bn. Marcia Moore, Atlantis'le ilgili Ekminezi çalışmalarından elde ettiği sonuçlara ve gene aynı konuyu işlediği Ekminezi celse örneklerine ilişkin olarak şu açıklamaları yapmıştı:

Ekminezi, beşeri kökenlerin araştırılmasında geçerli bir metod haline geldiğinde,bir gün, birbirleriyle girişim yapan bir çok enformasyona dayanılarak tarihi yeni baştan yazmak mümkün olacaktır. Klasik arkeoloji, zihnin daha sübjektif mahiyetteki bir arkeolojisiyle yanyana yürütülecektir. "Psi-Tarih" dediğimiz bu araştırma dalı, paranormal etüd alanında geçerli sonuçlar alma yeteneklerini kanıtlamış olan güvenilir araştırmacıların gözlemlerine dayanacağı için, tamamiyle bilimsel mahiyette olabilir. Bu enformasyonları, bir bilmecenin parçaları gibi bir araya geldikleri takdirde, dikkate almak zorundayız. Şimdiye kadar, yazılı tarihin doğuşundan önceki beşeri gelişimin, başlıca iki safhasının belli belirsiz siluetlerini seçebildik. Haklarında biraz bilgi edindiğimiz bu iki büyük kıta, Lemurya ve Atlantis'e tekabül etmektedir. Bu gizemli kültürlere ilişkin olarak edindiğimiz materyalin çoğu, bunlar hakkında anlatılagelen aşina olmayan kişilerden çıkmıştır.

Atlantis hakkında bilgi edinme işlemi, Lemurya'ya nazaran daha kolay olmaktadır. Aşağıdaki kesit, bir çok değişik süjelerden elde edilen enformasyonun toplu bir özetidir: Hemen hemen herkes, Atlantis'in güzel olduğu konusunda hemfikirdir. Atlantis, yeşil tepelerden, görkemli dağ sıralarından, verimli tarlalardan, plajlardan ve kentlerden oluşuyordu. Arı kovanı gibi faalolan liman kentlerinin limanlarında büyük gemiler demirliydi. Fakat çoğu kimse uçmayı tercih ediyordu. Anlaşıldığına göre, sonraki Atlantisliler çeşitli türden manyetik motorlu uçaklar kullanıyorlardı. Ufak kişisel uçaklar, otobüs tipi uçaklar ve ayrıca, Kainat'ın başka yerlerinden gelen uzay araçları vardı.

Atlantis kültürünün zirvesinde ekonomi, güneş enerjisine dayanıyordu. Güneş'in ışınımı, laser benzeri kristaller tarafından ısıya, ışığa ve tahrik gücüne dönüştürülüyordu. Entellektüel çalışmalar, erkek ve bayanların, bu gün aşina olduğumuz sanat ve bilimlerin yanısıra, frenoloji, alşimi ve astroloji bilimlerini etüd ettikleri üniversitelerce destekleniyordu. Bayanlar, erkeklere eşit addedilmedikleri halde, nispeten yüksek bir pozisyona sahiptiler. Tümüyle anaerkil bir kültürün geçerli olduğu dönemler ve yerler olmuştu ama, genellikle teknolojinin gelişmesiyle birlikte bayanların pozisyonu da gerilemişti.

Teokratik bir yönetim şekli vardı ve iktidarın dizginlerini elle­rinde tutmaya çalışanlar arasında bir çok entrikalar dönüyordu. Fizik enerjinin kaynakları kontrolleri altında olduğundan, rahiplerin emirlerine hiç kimse karşı koymuyordu. Din ile bilim birbirinden ayırt edilmeyecek bir şekilde içiçe geçmişti. Bunun yarattığı sonuçlar her zaman yararlı oluyordu denemez. Atlantisliler, en tepede rahiplerin, daha sonra sırasıyla aristoktratların, tüccar sınıfının ve köylü sınıfının. yer aldığı bir toplum oluşturuyordu. Ayrıcalıklı sınıfların son derece kendini beğenmiş kişilerden oluşmasının yanısıra, sosyal merdivenin altında yer alanlardan pek bir itiraz duyulmuyordu.           .

Bir zamanlar Atlantis yöneticileri, Dünya'ya Kainat'ın bir başka yerinden gelmiş olan bir grup bilge ve yüce Öğretmenler'ce sevk ve idare ediliyorlardı. Anlaşıldığına göre, Atlantis uygarlığının başlangıç safhalarında bu Ziyaretçiler'den bazıları, dünyalılarla evlenerek, kendi türlerinden diğer varlıkların da uygun bedenler içerisinde enkarne olmalarını sağlamışlardı. Böylece, ilk ziyaretçiler uzay araçlarıyla fiziki olarak gelmişlerse de, bundan sonrakiler spiritüel yoldan seyahat yaparak, kendi seçtikleri bedenlerde doğmuşlardır. Ekminezi süjelerinden bazılarına göre, orijinal Atlantis, Güneş Sistemi'nin bir başka yerinde mevcut olup, dünyadaki Atlantis, ölmekte olan bir planetin, sakinlerini barındırmak üzere kurulan bir koloniydi. New York, İngiltere'deki York kentinin adını nasıl almışsa, aynı şekilde Atlantis de, çok daha büyük bir uygarlığın bir ileri karakolu mevkiideydi. Atlantis'le birlikte, kast sistemi, atalara tapınma, nesilden nesile geçen monarşiler ve yöneticinin 'Göklerin Oğlu' olması fikri de başladı.

Uzaylı Ziyaretçiler'in başlangıçta getirdikleri armağanların en önemlisi, şifalı bitkilerin kullanımı, arıcılık, buğday yetiştirilmesi ve ekmek yapımı da dahil olmak üzere, ziraatti. Ayrıca, ateşle yemek pişirme hünerini de öğretmiş olabilirler: Prometheus efsanesi de buradan gelmektedir. Astroloji, kutsal ayinler, sanat biçimleri, metalurji ve lisanla ilgili beceriler de Yıldızlar'dan gelen Ağabeyler tarafından getirilmiştir.

Dünya, bu Yüce Yöneticiler için, cesaret isteyen bir deneyin yürütüldüğü bir laboratuvar gibiydi. Planetin evriminin aşama yapmasını sağlamak için, beşeri ırkta genetik mutasyonlar oluşturulurken, bir yandan da yarı hayvan tipindeki bazı varlıklar kasten ve tedricen ortadan kaldırıldılar. Bu yüceltici çabaların bahşettiği yararlara rağmen, bazı negatif yan etkiler de meydana geldi. Herhangi bir spiritüel güç neşriyatı, hala daha maddeye yönelik olanlar arasında "kudret kompleksleri" oluşturma eğilimindedir. Bunun sonucunda, Atlantis, son günlerinde, "dejenere olan en iyi, en kötü haline gelir" diyen atasözünü haklı çıkarır olmuştu. Beşerler, kendilerine sunulan armağanları almışlar, fakat bunların karşılığında yapmaları istenen tek şeyi de reddetmişlerdi; yani, kendilerine bahşedilen bolluğu birbirleriyle paylaşmaktan kaçınmışlardı. Sonuçta, Atlantisliler'in enerjileri yanlış yollara saptı. Özgür iradeleri olduğuna inanmak istiyorlar, fakat övünme konusu olan bu özgürlüğün, ister istemez, her bireyin isteyerek yaptığı eylemler için sorumluluk yüklenilmesini zorunlu kıldığını görmezlikten geliyorlardı.

Birlikte ekminezi çalışmaları yaptığımız süjelerden bazıları, 20. yüzyılın ikinci yarısında yeni bir beşer neslinin ortaya çıkışını hızlandıran bir başka mutasyonun meydana gelmekte olduğunu ileri sürmüşlerdir. Şimdi, evrim sarmalının daha yüksekteki bir kıvrımı üzerinde, Kova Burcu çağı'nın öncüleri, Atlantis'in son günlerinde Atlantisliler'in karşı karşıya kaldıkları sorunların çoğuyla yüzyüze gelmek zorunda kalmaktadırlar.

Atlantis'te mabetler sadece ibadet için kullanılmayıp, yüksek şuur hallerinin edinilmesine yönelik teorik ve pratik eğitim için de kullanılıyordu. Kutsal bir ses bilimi vardı ve buna, şarkı söylemek, müzik aletleri çalmak, ayin dansları yapmakve astrolojik törenler düzenlemek de dahildi. Okült uygulamalar, kıskançlıkla korunan ve iç mabedin duvarları arasında öğretmenden öğrencilere aktarılan bir sırdı. Bunların arasında, astral projeksiyonu da kapsayan, "rüyalar vasıtasıyla kurtuluş" sanatı da yer alıyordu. Kasten oluşturulan vizonlar ve vahiyler, spiritüel rehberlik vasıtasıyla bilgi edinmek ve geleceğe dair kehanette bulunmak için kullanılıyordu. Bazı durumlarda, bu psişik melekelerin aynıları, casusuluk amacıyla kullanılmaktaydı. Bu uygulama, Atlantis'in düşüşünden çok sonraki dönemlerde de geçerliliğini korumuştur . Hipnotizma ile mesmerizm, tıp alanında pozitif olarak, fakat büyücülük, nekromansi  ve propaganda gibi karanlık hünerlerin uygulayıcıları tarafından da negatif bir şekilde kullanılıyordu. Bu sahada da, kelimelerin ürkütücü kudreti, beşeri hırsa alet olmuştu. Hipnotizmanın bu günkü zihinlerimizde yarattığı korkunun çoğu, bu büyük şifa sanatının Atlantis'teki çarpıtılışına ilişkin şuurdışı (arşetipik) hatıralardan kaynaklanmaktadır.

Atlantis'in son günlerinde, Işık Güçleri ile karanlık güçlerin mücadelesi doruk noktasına ulaşarak, açık bir savaş haline gel­mişti. Uzaylı Ağabeyler, aynen çocukların kendi başlarına haya­ta atılma ve gerekirse hata yapma zamanlarının geldiğini idrak eden ebeveynler gibi, giderek çekildiler. Böylece, yüzyıllar geçtikçe, Bilge Varlıklar da hatıralar alemine rücu ettiler ve iyice belirsiz bir hale gelerek, efsaneler ile hayallerin sisleri arasına karışıp gittiler.

Atlantis'in nihai yok oluşu, genel kanıya göre, yaklaşık 10.000 yıl önce, bir dizi afetler sonucunda meydana geldi. Bu akıbeti çabuklaştıran, doğanın herhangi bir kaprisinden ziyade, beşeri kendini beğenmişlik ve açgözlülük olmuştu. Dünyasal güçlerin nazik dengesi, kendine emanet edilen güçleri beşerin ahlaksızca suiistimal etmesi sonucunda bozulmuştu. Bu, gene de, daha geniş bir açıdan bakıldığında, orijinal ilahi Kıvılcım'ın kendi Yüce Mekanına tekrar yükselebilmesinden (dikey evrimden) önce, ruhun maddeye gömülmesi (yatay evrim) gerektiğini bildiren Yüce Evrim Plan ve Programının bir parçasından ibarettir.

Atlantis rahipleri, yaklaşmakta olan afetle ilgili olarak uyarılmışlardı. Afetle ilgili bu imalara kulak verenler, geniş çapta kurtarma operasyonlarına giriştiler. Ekminezi süjelerimizden bir kaçı, bazı kimselerin, Atlantis kıtasından uzay gemileriyle götürüldüklerini ifade etmişlerdi. Kutsal objelerin bekçileri, bunları ya yeraltındaki odalara saklamışlar ya da kırıp yok etmişlerdi. ilerki çağlarda bunlara rastlayabilecek olan barbar ırkların bu objeleri kötü emellerine alet etmelerini istemiyorlardı.

Tufandan sonra göçmenler, Çin'e, Hindistan'a, Tibet'e, Orta ve Güney Amerika'ya ulaştılar. Tarihten tanıdığımız İnkalar ve Firavunlar'ın gelişinden çok önce Peru ve Mısır'da teokratik uygarlıklar kurulmuştu. Tarihçilerin bildirdikleri Mısır'dan önceki bir devirde, Nil Vadisi'nde kurulan bu efsanevi kültür, daimi okült tradisyonun ana akımlarından Diri olan Hermes öğretilerinin kaynağını teşkil etmiş olabilir.

Yukardaki Atlantis tablosunu çizerken yararlandığımız ekminezi celselerinden bazı örnekler aşağıda yer almaktadır.Süjelerden Ward Buell tüm Atlantis uygarlığının kuş bakışı bir görüntüsünü verebildiği için ilk önce onun anlattıklarıyla başlıyoruz:

Ekminezi Celsesi I, süje: Ward Buell, 8 Ağustos 1974

Buell - Mısır dönemine geri gittim. Bir kez daha piramidin içindeyim ve duvarları okuyorum.

Bn. Moore- Buradan Atlantis'e geri gidebilir misin?

Buell- Burayı bir referans noktası olarak kullanıyorum. Şimdi yükseldiğimi ve Atlantis'in tarihini taramak üzere geriye doğru döndüğümü hissediyorum. Bu, sanki geriye doğru gösterilen bir film gibi; kentler yıkılıyor .. kendimi bir vahşi gibi hissediyorum. Hemen hemen insanların mağaralarda yaşadıkları zamana döndüm. Belkemiğimin tabanında bir titreme başladı.

S- Şimdi neredesin?

C- Yıldızlar'dan gelen Ağabeylerin, bilgilerini Dünya'ya bahşetmek üzere indikleri dönemdeyim. Bir Dünya sakini olarak, yeni fikirlerle izlerin, zihnimden geçişini hissediyorum. Birden bire, gelişmek isteğine ilişkin bir kavram oluşuverdi. Çevremde, kabilemin diğer üyeleri var. Havada asılı duran uzay gemilerine bakıyorum. Uzay gemileri, "bir başka buuta açılan bir delik" oluşturdular. Sanki, gemilere bakıp da bir başka alemi görüyoruz gibi. Havada ışıma var; bu, ısı dalgalarına bakmak gibi bir şey. Tüm gökyüzü dalgalanıyor. Bunlar, uzay gemilerinden ziyade, bir başka buuta açılan kanallara benzeyen geçirgen objeler gibi görünüyorlar. Tarih açısından, bütün bunlar, aşağıya inen bir elektrik kıvılcımı gibi, gökyüzünden şimşeğin düşüşü gibi, hemen hemen bir anda meydana geldi. Bu bilgi, alttan alta cereyan eden bir iletişimle birlikte, en içteki varlığımı kaplıyor. Bize öğreten herhangi bir kimse yok; öylece biliyoruz. Telepati işte bu noktada başladı.

S- Konuşulan bir lisan var mı?

C - Atlantis'in doruk noktasına ulaşmasından yaklaşık 10.000 yıl önce, telepati işlemez hale geldiğinde lisan da başladı. Ondan önce, konuşmaya gerek yoktu. Çevrenizdeki kimseler aynı şeyleri biliyor ve hissediyorlardı. Bilgi, bizim bildiğimiz türden bir öğrenme sonucunda edinilmiyor, bahşediliyordu. Bu, dünya üzerindeki şuur seviyesini yükseltmek üzere Uzaylı Ağabeyler'in uyguladıkları bir deneydi. Bir kaç bin yıl boyunca bizimle birlikte kaldıktan sonra dünyadan ayrıldılar. Bir kaç yüzyıl boyunca da uzay gemilerinde kaldılar. Beşeriyeti, onların aşağıya inişini kabul edebileceği bir noktaya getirmeleri gerekiyordu. O günlerde, bilgi sessizlik içinde edinildiği için, insanlar konuşmuyordu. Uzaylı Ağabeyler, Sessiz Gözeticiler halinde bizi himaye ediyorlardı. Miğferler ve uzay giysileri giyiyorlardı.

Onların da bir çok ayarlamalar yapmaları gerekiyordu. Onların huzurunda insan kendini güçsüz hissediyordu. Kendimizi güçsüz hissetmememizi [telepatik olarak] söylüyorlardı ama bunu yapamıyorduk.

3.000 yıl geçti ve hala daha yardım etmeye çalışıyorlar. Beşer daha bağımsız bir hale gelmeye başlıyor. Gelişlerinden 5.000 yıl sonra dünyayı terk etmeye başladılar. Beşerler enerjilerini fizik seviyede demirlediler. Beşer, artık buutlar arasından kayıp geçerek o gücü doğrudan kavrama yeteneğini edindi. Za­naatkarlar, 200 tonluk bir taş bloğa, zihinlerini laser ışınları gibi üzerine yöneltmek suretiyle istedikleri biçimi verebiliyorlar. İnsanlar zihinlerini bir arada kullanabiliyorlar. Uzaylı Ağabeylerin getirmiş oldukları bilgiyi, şimdi giderek daha fazla birey ediniyor. Bilgelik, daha fazla kişiye ulaştıkça, daha ince bir tabaka halinde yayılır oldu. Dağılıp giden bilgeliğin seviyesi de iyice alçaldı. insanlar sınıflara ayrıldılar ve aşağı seviyedekiler yukarı seviyedekileri kıskanmaya başladılar. Teknolojide büyük bir gelişme meydana geldi. Beşer, zihin gücünü yitirdikçe, yapay araç ve gereçlere güvenmeye başladı. Makinalar giderek daha fazla kullanılır oldu. Yıldızlar'dan gelen Ağabeyler artık mitoloji dünyasının sakinleri haline geldiler. İnsanlar, onları şahsen görmedikleri veya hissetmedikleri için onlara tanrılar sıfatıyla tapmaya başladılar.

Aynen bir film seyreder gibiyim. Şimdi Atlantis'in yıkılış dönemine geliyoruz. Atlantis düştüğünde lisanlar da çoğalmaya başladı. Mevcut lisan, farklı düşünce tarzlarının tümünü ihtiva edecek kadar güçlü değildi. Yıkıma yol açan, Atlantisliler'in güneş enerjisini kullanma tarzları olmuştu. Beşer, başlangıçta, bu planetin bütünü tamamlayan bir parçasını oluşturuyordu. Aynen beşer gibi dünyanın da canlı olduğu biliniyordu. Bu gün ise insanlar, kendileri ile planet arasındaki dengenin ne kadar nazik olduğunun farkında değilller. Daha önce de olduğu gibi, giderek daha fazla teknolojiye, savaşa ve çekişmeye tanık oluyoruz. Ve sonunda dünya bütün bunları tekrar üzerinden silkeleyip, atmak zorunda kalacaktır.

S- Amerika Birleşik Devletleri'nde gene doğmuş olan bir çok Atlantisli'nin bulunduğunu sanıyor musun?

C - Dünyanın her yanında Atlantisli görüyorum. O günlerde teknolojinin sorumlusu olan insanlar geriye dönüyorlar, ancak, bunların yanı sıra, daha spiritüel olanlar da geliyorlar. Daha önceden de yaptıkları gibi, Dünya'yı kurtarmaya çalışmak için enkarne oluyorlar. Neler olacağını ve emniyette olmak için nereye gidileceğini biliyorlar. Uzaylılar temas kurmaya çalışıyorlar. Rehberlik edecek olan ışıkları, büyük afetten sonra tekrar görülecek, Gezegenimiz için çok ümitliyim; bir kez arındırma yapılsın, ondan sonra seviyenin yükseltilmesi söz konusu olacaktır. Bir çok kişi, şuuraltından, bunun nasıl olduğunu hatırlamaktadır. İnsanın yeniden düşmesini istemiyorlar. Bir daha hiç Karanlık çağ olmayacaktır, Karanlık Çağlar'da Rehber Varlıklar, gerçekte, işlev göremiyorlardı. Yüksek Varlıklar kendilerini uzak tuttular. İnsanların en kötü içgüdüleri ortaya çıktı. Fakat, gelecek olan zaman daha aydınlık olacak. Ufkun üzerinde güneşi görebiliyorum. Esas çözülme 90'11 yıllarda olmalı. Aslında, daha önce başlayacak. O zamana kadar, düşük seviyedeki enerji saklanacak bir yer bulabilecek. Ancak, 90'11 yılların olayları, karanlığı silip süpürecek. Büyük bir arındırma olacak, tüm gezegenin arındırıl­ması. Bunu izleyen bir kaç yıl, yaşama materyalistik açıdan bakanlar için karmakarışık olacak. Ancak, etkilenmeyecek olan bazı insanlar var. iyi bir gerçeği, kötü zamanlarda bile yaratabilirsin. Spiritüel kişiler üretime geçecekler. Her zaman için bir denge unsuru mevcuttur, her şeyin değerini kaybetmesini önleyen bir enerji.

S - Ekonomik çöküntü olacak mı?

C- Evet, bir ekonomik felaket var, fakat herhangi bir önlem alınamayacak kadar hızla meydana gelecek. Önümüzdeki 8 yıl süresince [1974-1982] Uzaylı Ağabeyler'in gelmesi biraz zor. Bir sebepten dolayı beklemeleri gerekiyor. İnsanlık, onlar'ın güçlerini karşılayacak durumda değil. Bu, günün ağarmasından önceki karanlığı andırıyor. İlahi Program, Dünya üzerinde yeniden tesis edilecek. Nihai geleceği kötü olarak algılamıyorum. Sadece iyilik görüyorum.

Ekminezi Celsesi II, süje: Ann Greacan, 17 Ağustos 1974

Bn. Moore- Eğer yapabilirsen, Atlantis'e gitmeni ve ne yapmayı öğrendiğini görmeni istiyorum.

Bn. Greacan- Kendimi evimde gibi hissediyorum.

S- Nasıl yani?

C- Beni seven bir çok kişi var. Bunlar, bu enerjiyle temas ettiğim kişiler. Ben onların Öğretmeni gibiyim ama, aynı zamanda onlarla birlikte yaşıyor ve daha ışıklı varlıklar olabilsinler diye belirli bir şekilde onlara temas ediyorum. Beni hoşnutlukla karşıladıklarını hissediyorum.

S- Onlara nasıl görünüyorsun.

C- Bir erkeğim. Vietnam giysilerinin şekline benzeyen siyah bir pantalon giyiyorum. Birlikte örülmüş ipekle tülbent gibi yumuşak bir kumaştan yapılma. Kemerim var. Üzerimde, V yakalı ve geniş kollu bol bir gömlek var. V yakaya işlenmiş mücevherler görüyorum. Omuzuma kadar inen siyah saçlarım ve siyah gözlerimle, esmer bir erkeğim. Gözlerimde sadece siyah ve beyaz var, herhangi bir renk yok; derin bir kuyuyu andırıyorlar. 35'le 40 yaş arasındayım.

S- Bana hayatından bahset.

C- Bir öğretmenim ve sahip olduğum bilgiyi başka bir planetten getirdiğimi biliyorum. O planetten geldiğimden beri pek fazla bir zaman geçmediğinden, bilgi hala daha şuurumda. Misyonumun bu insanlara bilgi getirmek olduğunu biliyorum.

S- Neden Dünya'ya geldin ki? Bu planet, geldiğin o yere kıyasla oldukça barbar değil mi?

C- Evet, çok barbar.

S- Peki, o halde neden bu seviyesi düşük yere indin ki?

C - Bu muazzam bir fırsattır. Her şeyden önce, başkalarına bir şeyler öğretmek, bir gelişimdir, bir ayrıcalıktır.Bu ayrıca, başkalarının hayatına kıyasla fazla bir çelişkiyle karşılamamış olmama rağmen, muazzam bir gelişme tecrübesidir.Gene de, geldiğim yerle kıyaslandığında ben de çelişki içinde yaşıyordum. Fizik beden içindeyken, deneyimleyebileceğiniz bir gelişim vardı

S- Senin planetin [gibi yüksek mekanlardan] gelen kimselerin neden Dünya'nın sıkıntılarına katlandıkları sorusunu çok kez düşünmüşümdür.

C- Hepimiz bir Kainat Bilgisi'ne doğru çalışıyoruz ve eğer bilgi sahibi olmayanlar varsa, bu tüm Kainat'ın ilerleyişini sekteye uğratır. Ve Yeryüzü'ndekilerin öğrenim görmeleri, aydınlatılmaları öylesine önemli ki.

S- Uygarlıktan ırak kalmış ilkel toplulukları, tüm Dünya yararına olmak üzere nasıl uygarlaştırmaya çabalıyorsak Kainat'ın Hamileri de aynı şekilde Yeryüzü'nü uygarlaştırmaya çalışıyorlar diyebilir misin? Çünkü hepsi de tek bir Kainat'a dahildirler.

C- Evet, Kainat'taki herhangi bir yerin üstlenebileceği en ağır yük, Dünya'ya verilmiştir. Dolayısıyla da burada çalışmak ve beşerlerine bilgi getirmeye çabalamak gerçek bir ayrıcalıktır. Bu çok ağır bir görev olup, rejenere olmak üzere sık sık planetime geri giderim. Çünkü, bu görev çok zordur..

S- Enkarnasyonlar arasında mı geri gidiyorsun?

C- Hayır. Yaşamım sırasında geri gittiğimi hissediyorum. Muhtemelen enkarnasyonlar arasında da geri gidiyorum. Sözünü ettiğim bu hayatın çok yakın olduğunu, ilk hayatlarımdan biri olduğunu ve dolayısıyla rejenere olmak zorunda kaldığımı hissediyorum. Ve [meditasyon grubunda bulunan ve Atlantis'te kendisiyle birlikte olduğumu hissettiği m] J. de benim nakledici amilimdi, yani beni oraya götürüp getiren bağlantımdı.

S- Bir aracı gibi mi faaliyet gösteriyordu?

C- Planetim üzerinde çok yüksek seviyeden bir kimse olmasına rağmen, onunla temas kurabiliyordum ve o da gelerek beni bir uzay gemisiyle ya da başka bir şekilde geri götürüyordu. Ve belirli bir süre boyunca orada kalıyor ve sırf orada bulunduğumdan ötürü de rejenere oluyordum. Sonra Dünya'ya dönüyor ve bir süre için çok daha iyi bir öğretmen haline geliyordum.

S- Astral projeksiyon yoluyla mı geri gidiyordun?

C- Hayır. Sanki fizik bir uzay gemisi türünden bir şeyle geri gidiyordum.

S- Atlantis'te uzay gemileri var mıydı?

C- Tabii vardı. Başlıca ulaşım tarzı öyleydi. Aslında, Atlantis yok olurken kaçanların çoğu da uzay araçlarıyla kaçmışlardı.

S- Şimdi, kendi planetine geri giderek rejenere olduğun safhalardan birindesin. Bu planet hakkında daha başka şeyler söyleyebilir misin?

C- Orayı [güçlükle] sadece ışık halinde görüyorum ve tabii, bir bedene sahip değilim. Kırmızı renk, kırmızı bir parlaklık mevcut.

S- Burası, Güneş Sistemi'ndeki bildiğimiz planetlerden biriyle ilişkili mi?

C- Hayır, farklı. Kırmızı renk ışık kaynağına, bir enerji kaynağına benziyor. Güneş ışığı altında tozları nasıl görürseniz, işte kendimi öyle hissediyorum. Daima ve daima hareket halindeyim. Hiç bir sınırlılık yok. Daima hareket ediliyor, girdap gibi dönülüyor.

S- Dünya'ya kapatılıp kalman, bundan dolayı mı, yani kendi planetinde hiç bir sınırlılığın olmamasından ötürümü sana o kadar zor gelmişti?

C- Oyle olsa gerek.

S- Bu yerden bana biraz daha bahset. Orada başkaları da var mı?

C- Evet, bir çok kişi var. Hepimiz de, girdap gibi dönüp duran, etkileşim halinde olan ışık beneklerine benziyoruz. Kendine ait ışık dalga boyu üzerinde olanlarla irtibat kuruyor, olmayanlarla kurmuyorsun. Çelişki diye bir şey yok. Fark bu. Bir fizik bedene büründüğünde bedenlerle iş yapmak zorundasın. Halbuki bu haldeyken sadece ışıktan ışığa bir irtibat var. Aynı dalga boyunda olduğumuz zaman ışınlar birbirlerine temas ederler ve aynı dalga boyunda olmayanlar da hiç bir çatışma olmaksızın girdap gibi dönerek geçip giderler. Her şey girdap gibi dönmekte ve buluşmakta. Dünyaya dönmeyi tercih etmemin sebebi de bu.

S-Çelişkiler sayesinde öğrenebileceğin için mi Yeryüzü'nde kendine benzemeyen kişilerle yüzyüze gelmek zorundasın?

C- Doğru Önce karşına fiziki buut çıkıyor ve içsel buut daha sonra geliyor. İçsel buutun fiziki buut içinde yer almasından ötürü, bir şahısla gerçekten ahenk içinde olup olmadığını anlamak için bütün o katmanları aşmak gerekmektedir. Ve fizik beden, her nasılsa, bu işlemi çok daha zorlaştırmaktadır. Fizik beden her bir kişinin çevresinde yer alan bir kutuyu andırmaktadır. Kişilerin Dünya'ya dönmeyi tercih etmelerinin sebebi budur.

Bugün 1 ziyaretçi (2 klik) bizden bişey öğrendi :)
BU ALANA BANNER REKLAM VERMEK İÇİN İLETİŞİME GEÇİN.
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol